Arife
günü mezarlığa gidecektik, her arife olduğu gibi. O dönemde elektrik
kesintileri, günlük hayatın olağan bir parçasıydı. Duvardaki gaz lambasının
gazı bittiği için, mezarlık ziyaretinden dönerken, gaz yağı almak üzere petrol
istasyonuna uğrayacaktık. Arife günü bizim buralarda yani Kayseri’de şehir
mezarlığına giden otobüsler ücretsiz olur. Bu mezarlık otobüsleri de ne kalabalık
olurdu öyle, tıklım tıklım dolardı.
O
sıralar ufak bir çocuktum. Mezarlık ziyaretine annemle ve benden iki yaş büyük ablamla
gidecektim. Gaz yağı bidonunu aldık. Mezar yalaklarına
su doldurmak için su kapları aldık. Hepsini büyükçe bir naylon kalın mağaza
poşetinin içine koyduk. Yaşıtım, mahalle arkadaşım ve komşumuzun oğlu Mustafa
da annesinden izin alarak kabristan ziyaret grubuna dahil oldu.
O
zamanlar çocuklarının okul harici en büyük uğraşısı ve eğlencesi mahalle
arkadaşlarıyla sokak oyunları oynamaktı. Nispeten fakir bir mahallede kendi
halinde yaşayan insanların çocukları olarak imkanlarımız kısıtlıydı. Bu nedenle otobüslerin ücretsiz olması,
herhangi bir ücret gerektirmemesi, Mustafa’nın da bizimle gelmesine kapı açıyor,
böyle küçük şeylerle seviniyor, mutlu oluyorduk.
Evimiz
Kayserinin eski mahallerinden birinde bulunuyordu. Şehir otobüslerinin kalktığı
durak Kiçikapı semtimdeydi. Bizim ev de buraya yakındı. Bazen dar bazen geniş, eski
taş evli sokaklar bizim oyun alanlarımızdı. Koşarken o ucu kalkmış taşlara
ayağımız takılır düşerdik, kalkardık, buralarda ağlar, buralarda öğrenirdik.
Sokaklarda kaç kere saklambaç, yakar top, met oynardık. Bu sokaklardan yürüye
yürüye otobüs duraklarına vardık. O eski ama dost yüzlü otobüslerden biri
geldi. Kapısı açılır açılmaz arka kapısından kalabalığın önünden otobüse
doluştuk. Dakikalar içinde otobüs hınca hınç doldu. Dolunca da tüm kapıları
kapandı. Şoför otobüsü çalıştırdı. Otobüs titreyerek irkildi. Yavaş yavaş
tekerleri dönmeye başladı. Keyifli keyifli etrafı izleyerek konuşarak çocuk
neşesi ve merakıyla eski otobüsle mezarlığa gidiyorduk. Aslında kısa olan bu
seyahat bizim çocuk aklımıza uzun bir yolculuk yapıyormuşuz gibi geliyordu.
Şehir mezarlığının
ilk kapısında indik. Annemin babasının yani ağbabamın mezarı bu kısımdaydı. Ağbabam,
rahmetli beni pek severdi. Berber Mehmet diye bilinen ağbabam elini kesip makas
tutamaz hale gelince berberliği bırakmış, sonra kahvecilik, bakkallık gibi
çeşit çeşit iş yapmış bir adamdı. Çevresinde sevilen bir insandı. Yoldan geçen
hiç tanımadığı adamları “Hişşşt Reşit, gel” diye çay içmeye çağırırdı. Adamın
isminin ne olduğu önemli değil. Ölmeden önce de Erkilet’te bir inşatta bekçilik
yapıyordu. Bekçilik yaptığı inşaatın yarı yapılmış bir dairesi eviydi. Karabaş
diye de bir köpeği vardı. Bu evde hastalandı. Hastaneye kaldırıldı ve öldü.
Beni çok severdi. Ben de sevgisinin vergisini oyuncak aldırarak tahsil ederdim.
Artık annemle onun ebedi evine ziyarete gidiyorduk.
Mezarlığın
büyük kapısından geçip su kaplarına mezarlık çeşmelerden su doldurduk. Ağbabamın
mezarına doğru yürümeye başladık. Çok küçük olduğumuz için mezarlar bize ölümü
anımsatmaz, ilginç bir gezi gibi merakla etrafta dolaşırdık. Devasa kocaman
mermer işlemeli mezarlar, çeşit çeşit mermer üzerine yazılar, aile kabirleri veya
tekli mezarlar, mezar taşı bile olmayan mezarlar. Güller, susamlar, menekşeler,
karanfiller dikilmiş mezarlar, ot kaplamış, bakımsız mezarlar. Buradaki ölüler
kimlerdi. Belki bazıları tanınmış, sevilmiş büyük insanlardı, belki de sıradan
insanlardı.
Ağbabamın mezarı mezarlık girişine biraz uzak bir yerdeydi.
Mezara varmak için belki yüz elli, iki yüz metre yürümek gerekirdi. Büyük
yoldan bir sokağa saptık, mezarların arasından büyük çam ağaçlarının gölge
ettiği yollardan sokak sokak yürüdük. Küçük bir sokağa daha dönecekken bir mezar
duvarının kenarında, yerde büyük bir salyangoz kabuğu gördüm. Kahverengi
desenleri, sarmal kıvrımları. Dikkat çekici bir güzelliği vardı. Eğilip yerden
aldım. Çok güzeldi. Mustafa’ya da gösterdim, o da sevdi. Ablamda, annemde
beğendi. Bence gören herkes beğenirdi. Kabuğu, bu güzel şeyi eve götürmek için
poşetin içine attım. İki adım daha atmıştım ki bir salyangoz kabuğu daha. Bu da
güzel. Renkleri farklı. Bu daha açık kahve renkteydi. Kıvrım desenleri
de öyle. Mustafa yolun sol taraftan bir tane daha buldu. Bu daha da büyük; Bunu
da almasak olmaz. Ablam da yonu bir mezar taşı üzerinde duran açık kahverengi
lekeli bir tane buldu. Bunlar ne güzel
şeyler. Ben, Mustafa, ablam sağdan soldan kabukları topluyoruz. O salyangoz kabuğu,
bu salyangoz kabuğu gaz bidonunu koyduğumuz mağaza poşetinin içinde yirmi, otuz
salyangoz kabuğu birikti. Sanırım oyunumuzu bulmuştuk. Ağbabamın mezarına
varıncaya kadar ne kadar salyangoz varsa hepsi bizim poşetteydi.
Nihayet ağbabamın mezarına varmıştık. Mezara
gelince annem kabre selam verir, dua okumaya başlardı. Duası bittikten sonra
mezardakilere hâl hatır sorar, öbür dünyaya göçmüş babasıyla kendince sohbet
ederdi. Sana torunlarını getirdim der, hepimizin iyi olduğunu merak etmemesini
söylerdi. Biz de bir gün sizin yanınıza geleceğiz, diye mezardakileri teselli ederdi.
Biz de annemle beraber mezarın başında dua ederdik. Sonra bu duaları tüm öteki
dünyaya göçmüşlerimizin ruhuna savardık.
Mezarı sulardık. Mermer mezar taşı altındaki
su yalaklarına su doldurduk. Kuşlar, hayvanlar buradan su içip mezarda
yatanlara sevap olsun diye. Mezar etrafından birkaç kabuk daha bulmayı ihmal
etmedik. Bir sonraki arife tekrar gelmek için öbür dünyadakilerle vedalaştık ve
geldiğimiz yoldan tekrar yola koyulduk. Mezarlık her bayram arifesinde olduğu
gibi ziyaretçilerini ağırlıyordu. Başka başka mezar başlarında dua edenler,
kuran okuyanlar. Mezarlık sokak ve caddelerini bitirirdik. Mezarlığın büyük
kapısından çıkıp otobüs duraklarına vardık. Durak kabir ziyaretini tamamlayıp
geri dönmek için otobüs bekleyenlerle dolu. Diğer mezarlık duraklarından yolcu
toplayan otobüsler dolu geliyor. Bazı otobüsler tam dolu olduğundan durmuyordu
bile. Duran otobüslere bekleyen yolcular binmek için hücum ediyor, otobüslerin
kapısı zar zor kapanıyordu. Belki üç belki dört otobüsten sonra art arda iki
otobüs geldi. Nihayet kendimizi ikincisine zor attık. Tıklım tıklım otobüste
şehir merkezine varabildik. Düvenönü durağında indik.
Şimdilerde hayal meyal hatırlıyorum o
zamanlar Düvenönü’ nde, surların önünde bir benzin istasyonu vardı. Buradaki benzin
istasyonundan benzin alacaktık sonra da eve yürüyerek gidecektik. Ev çok uzak
değildi zaten.
Otobüsten indikten sonra benzin
istasyonuna doğru yürümeye başladık. Caddeden karşıya geçtik. Müsait bir yerde
gaz yağı bidonunu çıkarmak için poşeti açtık ki Aman Allah’ım! O da ne! Poşete
attığımız ve poşetin dibine biriken onlarca salyangozların hepsi otobüs
yolculuğu sırasında kabuğundan çıkmış, Evleri olan kabuklarını bohça gibi
sırtlarına yüklemişler ve poşetin dört bir yanına dağılmışlar. Yavaş yavaş
sürünerek dört bir yana hareket ediyorlar. O antenleri sağa solu tarıyor. Dört
kişi öylece naylon mağaza poşetinin içine şaşkınlıkla bakıyoruz. Şaşkınlığımız
geçtikten sonra gülmeye başladık. Galiba biz o kabukların canlanacağına hiç
ihtimal vermiyorduk. Şaşkınlığımız biraz da bu yüzdendi.
Annem
elime bidonu verip Mustafa’yla beni benzinliğe gönderdi. Annemle ablam köşede
bizi bekleyeceklerdi. Yağı alıp eve gidecektik. Benzinliğe vardık. Pompacı
abiye gaz yağı istediğimizi söyleyip, bidonu verdik. Pompacı abi bidonu aldı,
kapağı açtı. Durdu biraz kapağın içine bakıyor. Sonra gözünü bize çevirdi.
Karşısındaki iki küçük çocuğa bakıyor. Biz de ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz.
Kapağı bize çevirdi. “Bu ne” dedi. Gözlerimi kapağa çevirdik, kocaman bir
salyangoz dostumuz çıkarmış kafasını, antenleri üzerindeki gözleriyle bizi
selamlıyor. Mustafa’yla göz göze geldik. Bastık kahkahayı, gülmeden
duramıyoruz. Pompacı abi de gülüyor. Belki de bizim keyifli kahkahanıza
gülüyordur. Kapaktaki dostumuz çimenlere doğru uçup (uçurulup) giderken biz
hala gülüyoruz. Sonunda gaz yağını aldık. Köşede bekleyen annemle ablama da
hikâyeyi anlattık. Yol boyunca hep beraber gülmeye devam ettik.