11.12.23

Mezarlıktaki salyongozlar

 

Mezarlıktaki Salyongozlar

Arife günü mezarlığa gidecektik, her arife olduğu gibi. O dönemde elektrik kesintileri, günlük hayatın olağan bir parçasıydı. Duvardaki gaz lambasının gazı bittiği için, mezarlık ziyaretinden dönerken, gaz yağı almak üzere petrol istasyonuna uğrayacaktık. Arife günü bizim buralarda yani Kayseri’de şehir mezarlığına giden otobüsler ücretsiz olur. Bu mezarlık otobüsleri de ne kalabalık olurdu öyle, tıklım tıklım dolardı.

O sıralar ufak bir çocuktum. Mezarlık ziyaretine annemle ve benden iki yaş büyük ablamla gidecektim. Gaz yağı bidonunu aldık. Mezar yalaklarına su doldurmak için su kapları aldık. Hepsini büyükçe bir naylon kalın mağaza poşetinin içine koyduk. Yaşıtım, mahalle arkadaşım ve komşumuzun oğlu Mustafa da annesinden izin alarak kabristan ziyaret grubuna dahil oldu.

O zamanlar çocuklarının okul harici en büyük uğraşısı ve eğlencesi mahalle arkadaşlarıyla sokak oyunları oynamaktı. Nispeten fakir bir mahallede kendi halinde yaşayan insanların çocukları olarak imkanlarımız kısıtlıydı.        Bu nedenle otobüslerin ücretsiz olması, herhangi bir ücret gerektirmemesi, Mustafa’nın da bizimle gelmesine kapı açıyor, böyle küçük şeylerle seviniyor, mutlu oluyorduk.

Evimiz Kayserinin eski mahallerinden birinde bulunuyordu. Şehir otobüslerinin kalktığı durak Kiçikapı semtimdeydi. Bizim ev de buraya yakındı. Bazen dar bazen geniş, eski taş evli sokaklar bizim oyun alanlarımızdı. Koşarken o ucu kalkmış taşlara ayağımız takılır düşerdik, kalkardık, buralarda ağlar, buralarda öğrenirdik. Sokaklarda kaç kere saklambaç, yakar top, met oynardık. Bu sokaklardan yürüye yürüye otobüs duraklarına vardık. O eski ama dost yüzlü otobüslerden biri geldi. Kapısı açılır açılmaz arka kapısından kalabalığın önünden otobüse doluştuk. Dakikalar içinde otobüs hınca hınç doldu. Dolunca da tüm kapıları kapandı. Şoför otobüsü çalıştırdı. Otobüs titreyerek irkildi. Yavaş yavaş tekerleri dönmeye başladı. Keyifli keyifli etrafı izleyerek konuşarak çocuk neşesi ve merakıyla eski otobüsle mezarlığa gidiyorduk. Aslında kısa olan bu seyahat bizim çocuk aklımıza uzun bir yolculuk yapıyormuşuz gibi geliyordu.

Şehir mezarlığının ilk kapısında indik. Annemin babasının yani ağbabamın mezarı bu kısımdaydı. Ağbabam, rahmetli beni pek severdi. Berber Mehmet diye bilinen ağbabam elini kesip makas tutamaz hale gelince berberliği bırakmış, sonra kahvecilik, bakkallık gibi çeşit çeşit iş yapmış bir adamdı. Çevresinde sevilen bir insandı. Yoldan geçen hiç tanımadığı adamları “Hişşşt Reşit, gel” diye çay içmeye çağırırdı. Adamın isminin ne olduğu önemli değil. Ölmeden önce de Erkilet’te bir inşatta bekçilik yapıyordu. Bekçilik yaptığı inşaatın yarı yapılmış bir dairesi eviydi. Karabaş diye de bir köpeği vardı. Bu evde hastalandı. Hastaneye kaldırıldı ve öldü. Beni çok severdi. Ben de sevgisinin vergisini oyuncak aldırarak tahsil ederdim. Artık annemle onun ebedi evine ziyarete gidiyorduk.

Mezarlığın büyük kapısından geçip su kaplarına mezarlık çeşmelerden su doldurduk. Ağbabamın mezarına doğru yürümeye başladık. Çok küçük olduğumuz için mezarlar bize ölümü anımsatmaz, ilginç bir gezi gibi merakla etrafta dolaşırdık. Devasa kocaman mermer işlemeli mezarlar, çeşit çeşit mermer üzerine yazılar, aile kabirleri veya tekli mezarlar, mezar taşı bile olmayan mezarlar. Güller, susamlar, menekşeler, karanfiller dikilmiş mezarlar, ot kaplamış, bakımsız mezarlar. Buradaki ölüler kimlerdi. Belki bazıları tanınmış, sevilmiş büyük insanlardı, belki de sıradan insanlardı.

Ağbabamın mezarı mezarlık girişine biraz uzak bir yerdeydi. Mezara varmak için belki yüz elli, iki yüz metre yürümek gerekirdi. Büyük yoldan bir sokağa saptık, mezarların arasından büyük çam ağaçlarının gölge ettiği yollardan sokak sokak yürüdük. Küçük bir sokağa daha dönecekken bir mezar duvarının kenarında, yerde büyük bir salyangoz kabuğu gördüm. Kahverengi desenleri, sarmal kıvrımları. Dikkat çekici bir güzelliği vardı. Eğilip yerden aldım. Çok güzeldi. Mustafa’ya da gösterdim, o da sevdi. Ablamda, annemde beğendi. Bence gören herkes beğenirdi. Kabuğu, bu güzel şeyi eve götürmek için poşetin içine attım. İki adım daha atmıştım ki bir salyangoz kabuğu daha. Bu da güzel. Renkleri farklı. Bu daha açık kahve renkteydi. Kıvrım desenleri de öyle. Mustafa yolun sol taraftan bir tane daha buldu. Bu daha da büyük; Bunu da almasak olmaz. Ablam da yonu bir mezar taşı üzerinde duran açık kahverengi lekeli bir tane buldu.  Bunlar ne güzel şeyler. Ben, Mustafa, ablam sağdan soldan kabukları topluyoruz. O salyangoz kabuğu, bu salyangoz kabuğu gaz bidonunu koyduğumuz mağaza poşetinin içinde yirmi, otuz salyangoz kabuğu birikti. Sanırım oyunumuzu bulmuştuk. Ağbabamın mezarına varıncaya kadar ne kadar salyangoz varsa hepsi bizim poşetteydi.

Nihayet ağbabamın mezarına varmıştık. Mezara gelince annem kabre selam verir, dua okumaya başlardı. Duası bittikten sonra mezardakilere hâl hatır sorar, öbür dünyaya göçmüş babasıyla kendince sohbet ederdi. Sana torunlarını getirdim der, hepimizin iyi olduğunu merak etmemesini söylerdi. Biz de bir gün sizin yanınıza geleceğiz, diye mezardakileri teselli ederdi. Biz de annemle beraber mezarın başında dua ederdik. Sonra bu duaları tüm öteki dünyaya göçmüşlerimizin ruhuna savardık.

Mezarı sulardık. Mermer mezar taşı altındaki su yalaklarına su doldurduk. Kuşlar, hayvanlar buradan su içip mezarda yatanlara sevap olsun diye. Mezar etrafından birkaç kabuk daha bulmayı ihmal etmedik. Bir sonraki arife tekrar gelmek için öbür dünyadakilerle vedalaştık ve geldiğimiz yoldan tekrar yola koyulduk. Mezarlık her bayram arifesinde olduğu gibi ziyaretçilerini ağırlıyordu. Başka başka mezar başlarında dua edenler, kuran okuyanlar. Mezarlık sokak ve caddelerini bitirirdik. Mezarlığın büyük kapısından çıkıp otobüs duraklarına vardık. Durak kabir ziyaretini tamamlayıp geri dönmek için otobüs bekleyenlerle dolu. Diğer mezarlık duraklarından yolcu toplayan otobüsler dolu geliyor. Bazı otobüsler tam dolu olduğundan durmuyordu bile. Duran otobüslere bekleyen yolcular binmek için hücum ediyor, otobüslerin kapısı zar zor kapanıyordu. Belki üç belki dört otobüsten sonra art arda iki otobüs geldi. Nihayet kendimizi ikincisine zor attık. Tıklım tıklım otobüste şehir merkezine varabildik. Düvenönü durağında indik.

Şimdilerde hayal meyal hatırlıyorum o zamanlar Düvenönü’ nde, surların önünde bir benzin istasyonu vardı. Buradaki benzin istasyonundan benzin alacaktık sonra da eve yürüyerek gidecektik. Ev çok uzak değildi zaten.

 

Otobüsten indikten sonra benzin istasyonuna doğru yürümeye başladık. Caddeden karşıya geçtik. Müsait bir yerde gaz yağı bidonunu çıkarmak için poşeti açtık ki Aman Allah’ım! O da ne! Poşete attığımız ve poşetin dibine biriken onlarca salyangozların hepsi otobüs yolculuğu sırasında kabuğundan çıkmış, Evleri olan kabuklarını bohça gibi sırtlarına yüklemişler ve poşetin dört bir yanına dağılmışlar. Yavaş yavaş sürünerek dört bir yana hareket ediyorlar. O antenleri sağa solu tarıyor. Dört kişi öylece naylon mağaza poşetinin içine şaşkınlıkla bakıyoruz. Şaşkınlığımız geçtikten sonra gülmeye başladık. Galiba biz o kabukların canlanacağına hiç ihtimal vermiyorduk. Şaşkınlığımız biraz da bu yüzdendi.

Annem elime bidonu verip Mustafa’yla beni benzinliğe gönderdi. Annemle ablam köşede bizi bekleyeceklerdi. Yağı alıp eve gidecektik. Benzinliğe vardık. Pompacı abiye gaz yağı istediğimizi söyleyip, bidonu verdik. Pompacı abi bidonu aldı, kapağı açtı. Durdu biraz kapağın içine bakıyor. Sonra gözünü bize çevirdi. Karşısındaki iki küçük çocuğa bakıyor. Biz de ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Kapağı bize çevirdi. “Bu ne” dedi. Gözlerimi kapağa çevirdik, kocaman bir salyangoz dostumuz çıkarmış kafasını, antenleri üzerindeki gözleriyle bizi selamlıyor. Mustafa’yla göz göze geldik. Bastık kahkahayı, gülmeden duramıyoruz. Pompacı abi de gülüyor. Belki de bizim keyifli kahkahanıza gülüyordur. Kapaktaki dostumuz çimenlere doğru uçup (uçurulup) giderken biz hala gülüyoruz. Sonunda gaz yağını aldık. Köşede bekleyen annemle ablama da hikâyeyi anlattık. Yol boyunca hep beraber gülmeye devam ettik.