Eskiden... Çok eskidennnn... Biz çocukken akıllı telefonlar, bilgisayarlar yoktu. Sokakta oyunlar oynardık. Kendi oyunlarımızı üretirdik. Ben de bir ara sokaktaki karıncalara kafayı takmıştım. Yuvalarından taşlar çıkarıp, yuva kenarındaki tepeye bir taş daha koyup tekrar içeriye dönenler ve etrafta erzak arayıp yuvaya getirenler vardı.
Sadece onları gözetlemekle kalmazdım; çeşitli deneylerimi de yapardım. Örneğin, bazı sineklerin kanatlarına zarar verip uçamayacak hale getirir, karıncaların yuvalarının girişine bırakırdım. Karıncalar da bu sineğe saldırıp içeri, yuvalarına çekmeye çalışırlardı. Sinek debelenir, bir arbede çıkar, toz toprak... Bunu bir film gibi izlerdim. Tabii ki çok çeşitli kombinasyonları da denerdim. Bazen sineğin tek kanadını koparırdım, bazen ayaklarının tamamını da. Bazen kanatlarının ucunu koparırdım. Büyük sinekler, küçük sinekler denerdim.
Bu şekilde denemelerden sonra bir ara kafayı sineklere taktım. Evde boş boş takılan, bizi rahatsız eden, cam kenarlarında ziyan olan birkaç sineği — onlar ziyan olmadan — cam kenarlarından yakaladım. Zarar vermeden, dikkatlice. Sonra bunları rahat kontrol edebilmek ve kaçmamaları için iple bağlamaya karar verdim. İnce dikiş iplikleriyle bacaklarından bağladım. İpin uzunluğunu da 15-20 cm kadar ayarladım. Fakat sineklerin gücü, bu kadar ipi dahi kaldıracak güçte değildi. Sadece biraz havalanır gibi vızıldıyorlardı fakat ipi yüklenip götürecek güçte değillerdi.
Daha kuvvetli sineklere ihtiyacım vardı. Bu yüzden büyük at sineklerini gözüme kestirdim. Bir tanesini yakalayıp iple bağladım. Bunlar daha kuvvetli olduklarından iple uçabiliyorlardı. Sonuçta aradığımı bulmuştum. Havalanıyorlardı iple fakat üzerlerinde bir yük olduğundan hızlı uçamıyorlardı. Böylece yakalaması da kolaydı. Üstelik arkalarında bir ip olduğundan takip edilmeleri de kolay oluyordu.
Böylece sinek çobanlığına başlamış oldum. Sineğimi ipinden tutup istediğim yere götürüyordum. Tıpkı bir evcil hayvan gibi. Üzüm gibi sulu gıdalarla besliyordum da.
Daha sonra işleri büyüttük. Bir at sineği daha bulup onu da sürüme kattım. Aklıma bir hinlik düştü: Acaba bu iki at sineğini birbirine bağlasam, birlikten güç doğup daha uzak mesafelere, daha güçlü uçabilirler miydi? Bu sorunun cevabını bulabilmek için iki at sineğini birbirine bağladım. İkisi beraber hareket ettiğinde ise garip bir görüntü ortaya çıkıyordu. Sanki helikopter pervanesi gibi dönme durumundalardı. Yani gezegenler gibi, ikisi de bir yörüngede dönüp duruyorlardı. Fakat bir yöne doğru döne döne gidebiliyorlardı.
Bu şekilde sineklerimle beraber bir yaz günü sokağa çıktım. Sineklerimi gezdiriyorum. Sokakta kaldırımın kenarına oturdum, etrafı izliyorum. Sakin bir yaz günü. Güneşli ama bunaltmayan bir hava var. Etrafı izlerken karşıdan iki kızın geldiğini gördüm. Ellerinde dondurmalarını yalayarak, gülerek, konuşarak geliyorlar. Kızlar 10 metre kadar yaklaştıkları an, birden yanımdaki at sinekleri havalandılar. Sanırım benim kötü bir çobanlık anıma denk geldiler ve uçtular; kızların geldiği yöne doğru uçtular. Döne döne kızlara doğru yaklaştılar.
Karşıdan bir cisim yaklaşıyor. Kızlar birden durdu. Gözlerini kısarak ne geldiğini anlamaya çalışıyorlar ama anlamıyorlar. Biri eliyle diğerini tutmaya çalışıyor. Sinekler daha da yaklaştılar. Kızlardan bir çığlık yükseldi. Biri bir tarafa, diğeri başka tarafa kaçmaya başladılar.
Ben bu olayı oturduğum yerden izliyorum. Yerimden hiç kalkmadan, şakınca... Kalkıp ne diyecektim? “Durun kızlar, korkmayın. Onlar benim at sineklerim. Birbirlerine iple bağladım,” diyemezdim ya...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder